3 Ağustos 2012 Cuma

DALYAN

Bir yanı yanmış da kasılıp kalmış bir yılana benziyor. Kıvrıla kıvrıla akıyor Dalyan'ın yanından. Hiç acelesi yok. Ama sükuneti yalancı. Kaunos'u geçtikten sonra antikçağdan kalma bir işaret almışçasına birden açılıyor, saz öbekleriyle gevşek toprak parçalarının birbirinden ayırdığı binlerce yola sapıyor. Orada, bizim tanımadığımız bir geometrinin şekil verdiği kuralsız bir alana giriyor. Bir kaos bölgesi. Yön, iz, işaret hiçbir şey yok. Sazdan, bataklıktan, topraktan, ters akıntılarla birbirine karışan tatlı ve tuzlu sudan oluşan bir kargaşa hüküm sürüyor artık. Yine de bir şekilde ağırbaşlı, vakur bir duygu uyandırıyor insanda Dalyan Kanalı. Güzelliği yaratan uyum ancak böyle bir cümbüşten çıkabilir... Köyceğiz Gölü'nden yol alıp Akdeniz'e ilerleyen doğal kanalın yanında yeni bir günü selamlıyor Dalyan. Her şey sakin ama binlerce kez yaptığı bir işin aynısını yeniden yapıyormuş gibi değil. Her günü bir yenilikle yaşıyor. Çünkü doğa kendini tekrar etmiyor burada.
   Dalyan'ın belki de en şaşırtıcı yanı sadeliği. Heybetli Kaunos antik kentinin yanı başında sade bir köy hayatı yaşadı yakın yıllara kadar. O eski Ege köyü ruhunu taşıdı hep. Öyle ki "Muğla ilinin Ortaca ilçesine bağlı belde" unvanını aldıktan sonra bile karayoluyla ulaşılamadı bir süre. Dışarıyla ilişkisini kanala açılan tekneler sağlıyordu. Hasan Kaptan "memleketin kör zamanları" olarak hatırlıyor o yılları. "Yirmili yaşlarımdayken bir Macar, arabayla gelmişti de çocuklar 'bu ne, bu ne?' diye peşinden koşturmuştu. Araba mı gördüler hayatlarında?" Hasan Kaptan onca yıl (şimdi rahmetli olan) ikiziyle gitmiş Rodos'a balık satmaya, hastaları doktora yetiştirmeye. Üzerinde hâlâ dümen salladığı kanal onun için doğal güzellikten öte yaşamının bir parçası. Onun gördüğü sahicilikte bakamıyoruz biz kanala. Suyla konuştuğu dili anlayamıyoruz.
   Kanal, Dalyan'a yaşam veren damarsa Köyceğiz Gölü de kanala can pompalayan bir kalp. Bugün kıyıdan 10 kilometre kadar içeride bulunan göl binlerce yıl önce Akdeniz'in koylarından biriydi. O dönemde rotası Köyceğiz üzerinden geçen Dalaman Çayı getirdiği alüvyonlarla körfezin önünü tıkadı, onu denizden ayırdı ve içini tatlı suyla doldurdu. Dalaman Çayı'nın kendisi de buradan denize dökülemez oldu, Dalaman'ı yalayarak geçen
şimdiki yatağına geçti. Kuzey ucunda Köyceğiz ilçesinin yer aldığı göl, bölgenin en vurucu turistik değerleri arasında bugün. Doğal bir set gölü olan Köyceğiz 6 bin 300 hektarlık bir alan kaplıyor. Seviyesi denizden sekiz metre yükseklikteki suları da güney ucundan çıkan Dalyan Kanalı'yla tuzlu suya akıyor. Çok ince düşünülmüş bir düzenek bu, su saatlerininkine benzeyen bir sistemi var. Oluşması çok uzun sürmüş, son halini belki hâlâ almamış, yavaş ama büyük bir şaşmazlıkla işleyen akışkan bir disiplin.
   Köyceğiz Gölü'nün güney kıyıları kaplıcalar yönünden çok şanslı. Adını bitişiğindeki köyden alan Sultaniye Kaplıcası radyoaktif bileşikler bakımından zengin suyuyla önem taşıyor.Dalyan'dan, Köyceğiz'den kalkan tekneler kış için biraz eğlence ve fotoğraf biriktirmek isteyenleri ha babam çamur banyolarına, ılıcalara getirip götürüyor. İnsanı on yaş birden gençleştiriverdiği söylenen çamurlara bulanan turistler meçhul bir büyüyle can bulmuş toprak heykeller gibi dolanıyor ortalıkta. Gençleşmek için kendilerini topraktan yeniden yapmaya çalışıyorlar sanki. Ama duşlara girildiğinde alttan yine kendileri çıkıyor. Yine de umut "fakirin" ekmeği, denemekte fayda var.
  
   Köyceğiz ve Dalyan'ın yanı sıra Fethiye, Marmaris ve Milas'ta yaşayan sığla ağacı (Liquidamber oriantalis)ender rastlanan bir tür.. Üçüncü Jeolojik Zaman'dan beri yetişen, gerçek bir dünya mirası olan sığla ağacı bu yöreden başka sadece Amerika Kıtası'nda bulunuyor.
   Dalyan doksanlı yıllara kadar "in" bir tatil beldesi olmadı, kendine küçük ama kemikleşmiş bir müdavim topluluğu yarattı. Neon sevmeyenleri ve toprağa dair keyifler arayanları kendine çekti.Yurtdışı ya da yurtiçinden yolu bir kez buraya düşen birçok kişi de yolunu bir daha buradan ayıramadı, yerleşik oldu.
Dalyan 1998'de Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edildi. İmar planıyla kat adetleri ve diğer yapılaşma koşulları kontrol altına alındı. Bu yüzden Dalyan çok sık rastladığımız kötü örneklere kıyasla daha derli toplu bir görüntü veriyor. Ama kötünün iyisi olmak, iyi olmaya yetmiyor. Yüzyıllar öncesinden getirdiği yerel özelliklerini ağır ağır kaybediyor ne yazık ki. Tarihi yapıları zaman içinde bir bir elinden gitmiş Dalyan'ın. Eski Rum meyhanesi ve hamam yıkılmış, tarihi sivil mimari örnekleri neredeyse hiç kalmamış.
Devamını oku

23 Temmuz 2012 Pazartesi

HASANKEYF

   Hasankeyf’in Türk-İslam tarihi ve medeniyeti açısından önemli bir yeri vardır. “Hısnıkeyfa”olarak anılan bu şehir, “Kaya Kale” şeklinde tercüme edilebilir.  Çeşitli kaynaklarda her kavmin kendi dilinde farklı telaffuz edildiği bu kelime, “korunmaya müsait” anlamına gelmektedir. Kale yekpare taş kitlenin oyulması suretiyle oluşturulmuştur.
   Hasankeyf tarih ve doğanın barışık olduğu bir yerdir. Hasankeyf’in Türk İslam Tarihi ve Medeniyeti açısından önemli bir yeri vardır. Hısn Keyfa olan bu şehrin adı “Kaya Hisarı” şeklinde tercüme edilir. M. Streck’in belirttiğine göre Hısn Keyfa adının muhtemel olarak Asurca olduğu, “Kipani” kelimesinden geldiğini iddia etmektedir. Eski tarih ve kavimlerde bu tür kelimelerin anlamı “korunmaya müsait” yer anlamına geldiği  belirtilmektedir.  Kale’nin yekpare taştan olmasından dolayı buraya Süryanice’de Kayataş manasına gelen “Kifa” kelimesinden geldiğini, Roma tarihçileriyse  buraya “Kipas veya Cepha”dendiğini ifade etmişlerdir.
   Hasankeyf’in ne zaman kurulduğu konusu, eldeki bilgi ve belgelerin yeterli olmaması nedeniyle şimdiye kadar karanlıkta kalmıştır. Kuruluşu hakkındaki görüşler bir ihtimal olmaktan öteye gitmemiştir. Şehrin jeolojik yapısı ile mesken olarak kullanılan çok sayıdaki kayalara oyulmuş konutları (mağaralar)  Hasankeyf’in Urartu dönemine kadar uzanan bir yerleşim merkezi olduğunu göstermektedir.
Hasankeyf, Diyarbakır, Cizre şehirleri arasında önemli bir kara ve su yolu güzergâhında olup, savaşların olması ve ticaret yollarının buradan geçmesi bir yerde Hasankeyf’i kültürlerin kavşak noktası haline getirmiştir. İran ve İç Asya Kültürleri, Doğu Akdeniz, Mezopotamya, Roma ve Bizans kültürlerini barındırdığından, Romalılar, İran sınırını denetim altında tutabilmek için Hasankeyf’e kale inşaa etmişlerdir. Miladi III. Asırda İranlılar Mezopotamya’yı ele geçirince Roma İmparatoru Diyokletion harakete geçerek, bütün Mezopotamya ve Dicle Nehrinin doğusundaki bütün yerleri aldı. M.S. 363 yılında Hasankey’in Bizanslıların denetiminde olduğu ve 451 yılında Bizanslıların yaptırdıkları kale ve korunma amaçlı yapıtları ile  şehrin denetimine müslümanlar tarafından feth edilene kadar sahip olmuşlardır. Hicri 17. yılda Hasankeyf İslam Orduları tarafından ele geçirilmiştir. Sırasıyla Emeviler ve Abbasiler döneminden sonra, Hamdaniler (906-990),Mervaniler (990-1096) denetiminde kalarak daha sonra Artukoğularının eline geçmiştir. Artuklular, Türkmen sülalesinden olup,Hasankeyf’e  en parlak dönemi yaşatmışlardır. Artukoğulları Hasankeyf ile beraber Diyarbakır, Mardin ve Harput’ta hüküm sürmüşlerdir. Seçuklu Sultanı Alparslan ve Melikşah gibi değerli devlet adamlarının, ileri gelen komutanlarından Emir  Artuk, 1071 Malazgirt Savaşından sonra bölgeyi Selçukluların hakimiyetine katarak Selçuklulara önemli bir katkıda bulunmuştur. Artuk oğlu Sökmen 1101 yılında Hasankeyf’i ele geçirip burada önemli tarihi ve mimari eserler yaptırmıştır. Böylece devlet idaresinde yeniden bir yapılanmaya gidilmiştir. Göçebelik hayatından yerleşik sisteme geçilmiştir. Yönetimin halk kitlelerine dayanması, Artuklulara bağlı bölgelerde yarı müstakil bir hükümranlık anlayışıyla divanlar oluşturulmuştur.
Haçlı akımlarına rağmen ilim, sanat ve kültürel sahada hiçbir gevşeme gösterilmemiş olup, büyük çalışmalar yapılmıştır. Darphaneler kurulup devletin iktisadi yapısı hep canlı tutulmuştur. İlime ve ilim adamlarına büyük önem verilmiş, Hasankeyf şehir kalesine su getirilerek önemli bir teknik deha yaratılmıştır. Mekanik alanda kitaplar yazılmış, makineler, pompalar, fıskiyeler, su terazileri ve musiki aletleri yapılmıştır.
   1232 yılında Eyyübi Sultanı El-Kamil El-Malik tarafından Hasankeyf ele geçirilmiştir. Ortaçağın ve şarkın en kuvvetli devletlerinden olan Eyyübiler, Mısır, Suriye ve Yemen’de hüküm sürmüşlerdir. Böylece Eyyübi Hükümdarlarının şehri ele geçirmeleri ile birlikte 130 senelik Artukoğulları dönemi sona ermiştir.
   Selahaddin’i Eyyübiden sonra Eyyübiler bir çok emirliklere ayrılmış Hasankeyf Eyyübi Hükümranlığı da bunlardan biridir. Eyyübiler çok önemli eserler yaptırmış, ilim, sanat ve kültürel alanda miraslar bırakmışlardır. Özellikle mimari sahada faaliyet gösteren Eyyübilerin, bir prensliği gibi Hasankeyf Eyyübileri diye tarihte yer edinmiştir. Moğollar burayı ele geçirerek yağma ve tahrip etmişlerdir. Bu tahrip ve yağma çok ağır olmuş, Hasankeyf bir daha eski özelliğini ve halini bulamamıştır.
   Eyyübiler’den sonra Hasankeyf’e Akkoyunlular hakim oldu. 15. y.y. başına kadar hüküm sürdüler. 1473 yılında Uzun Hasan ve Fatih Sultan Mehmet arasında yapılan Otlukbeli Savaşında Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey şehit olmuş ve Hasankeyf’te Dicle Nehri kenarında gömülmüştür.  Akkoyunlular’dan sonra Hasankeyf İran Safavilerinin hâkimiyetine geçmiştir. 1515 tarihinde Yavuz Sultan Selim’in Doğu Seferi ile birlikte Hasankeyf Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Bu dönemde Hasankeyf çevredeki aşiretleri idare eden merkezi bir hanedanlık konumunda olup, buna paralel olarak iktisadi ve ticari yapıda büyük bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde şehir nüfusunun 10.000 civarında
olması ise Hasankeyf’in büyük bir yerleşim merkezi olduğunu gösterir. Ortaçağ tarihi ve yapıtlarından anlaşıldığı üzere, insanlar yazları serin kışları sıcak ve ortaçağ şartlarında modern ev hayatlarını sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Hasankeyf’te kültür ve uygarlıkların kaynaştığı,  tarihte ilk bağımsız, Doğu Hindistan Cemaatlerinden birinin burada yerleştiği, ayrıca Yahudilerin burayı önemli bir yerleşim birimi olarak gördükleri,  bu tür sosyal karmaşaların aydınlatılması ihtiyacı ise bölgede bir İslami Rönesans oluşumuna sebep olmuştur.
   Katip Çelebi evvelce buraya Ras’algül dendiğini, Kadıköy veya Kefa olarak anıldığını, tarihçi Taylor’a  göre Arap litaretüründe Sebat ve Aghval yani birbirinden ayrı yedi dar ve derin vadinin kenarlarından, bir merkeze doğru uzanmış ve mağaralardan dolayı bu ismi aldığı  belirtilmektedir.
   Hasankeyf İlçesi Yurdumuzun  Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Batman İline bağlı, Dicle Nehrinin doğu kıyısında yer almaktadır. Güneyinde Güneydoğu Midyat Dağları, Kuzeyinde ise Petrol Mahzeni Raman Dağları bulunmaktadır. İlçe Merkezi Batman İl merkezine 37 km. mesafede olup, ortaçağ dünyasının kültür, ticaret ve siyaset odaklarının bütünleştiği, ihtişamlı ve  gizemli bir antik kenttir.
Devamını oku

22 Temmuz 2012 Pazar

ALAÇATI

   Alaçatı, İzmir ili Çeşme ilçesinin bir beldesidir.
   Ege Denizi’ne kıyısı olan belde, tarihi taş evleri ve dünyanın rüzgar sörfüne en elverişli plajları ile ünlüdür. Son yıllarda taş evleri sayesinde çok fazla gelişmiştir.15 eylül de düsman isgalinden kurtulmustur.
   2000 yılı rakamlarına göre nufusu 8401 kişidir. 704 kilometrekarelik alanında birçok eğlence mekanı ve oteli barındıran Alaçatı, Ege Bölgesi 'nin önemli tatil beldelerinden biridir.
  
Tarihçe
   Antik Çağda adı "Agrilia" olan Alaçatı, Batı Anadolu tarihinde "İonia" diye adlandırılan, İzmir'in güneyinden başlayıp Menderes Irmağı'na kadar uzanan bölgenin tam merkezinde yer alır. Beldemize en yakın "ion" kentleri Alaçatı'nın bir köyü ve bugünkü adı Ildırı olan "Erythrai", Sakız adası yani "Chios" ve Urla İskelesi "Klazomenai"dir.
   Heredot Tarihi'nin birinci kitabında İonia hakkında şöyle yazar: "İon'lar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurmuşlardır. Ne daha kuzeydeki bölgeler, ne de daha güneyde kalanlar İonia ile bir tutulabilir, hatta ne doğusu, ne batısı; kimisi soğuk ve ıslak, kimisi sıcak ve kurak olur." İon kentleri Akdeniz'deki kolonilerin de kurulmaya başlamasıyla M.Ö. 7. yüzyılda altın çağlarını yaşamışlardır. Bu dönemde 12 şehirden oluşan ion Birliği özellikle bilim, felsefe, heykeltıraşlık ve mimaride dünyaya yol göstermiştir. Sonraları Roma döneminde de parlak günler devam etmiş, Hristiyanlığın yayılmasında ve Bizans sanatının doğuşunda etken olmuşlardır.
   Erken Osmanlı tarihinde Alaçatı'ya kaynaklarda bir "Yaya-Müsellem" köyü olarak rastlıyoruz; yani fetihlerin genişlemesiyle, fethedilen yerlere iskanlarla nüfus ve asker sayısı artınca 1361'de kurulan ordu teşkilatının bir parçası: "Yaya" (piyade) ve "Müsellem" (süvari) köyü… Beldemiz adını da işte bu yıllarda yerleşen "Alacaat Aşireti"nden alıyor. 1830'larda Bölgenin ayanı Hacı Memiş Ağa - ki bugün adı Alaçatı'nın bir mahallesinde yaşamaktadır- depremlerle sarsılan Sakız Adası'nda yoksullaşan Rum nüfusu çeşitli işlerde çalışmak üzere bölgeye "davet eder", böylece yalnız Alaçatı değil, Çeşme, Karaburun ve Urla'nın da kaderi değişmeye başlar. Yerli nüfus "harpte savaşırken" Rum gençleri bağlarda, zeytinliklerde yardımcı olmaya başlarlar.
Bu arada güneyi bataklık olan Alacaat köyünde halk sıtmayla da savaşmaktadır, bataklığı kurutmak üzere Alaçatı Limanı'na bir kanal açılmasına karar verilir. Kanal inşaatında çalışmak üzere gelen Rum işçilere büyük toprak sahibi Türkler tarlalarını "imar" edip işlemeleri koşulu ile verirler. Yeni köy de denizden birkaç kilometre içeride kurulur, bugün Alaçatı'nın birer birer restore edilmekte olan taş evlerinin çoğu 1850-1890 yılları arasında inşa edilmiştir.
   19. yüzyıl sonunda artık "Alatzata" köyü (Rumlar "Alacaat"ı "Alaztata" yapmışlardır) özellikle bağları ve şarabı ile önemli bir üretim ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Çoğu Rum olan nüfus 12 bine ulaşmıştır. 1873'te Alaçatı'da Belediye Teşkilatı kurulmuştur.
   1912 Balkan Savaşıyla Alaçatı'nın kaderi bir kez daha değişir. Balkanlardan kaçan göçmenlerin gelmesiyle Rumlar arasında panik ve göç başlar. 1919 da İzmir'in işgaliyle birlikte, Alaçatı'ya göçmüş olan Balkan göçmenleri bu sefer de Anadolu'nun içlerine doğru göçmeye başlarlar, bu süreç Kurtuluş Savaşının bitiminde Alaçatı'ya tekrar dönmeleriyle sonlanır.

   Bu arada 30 Ocak 1923'te Türkiye ile Yunanistan arasında Lozan'da "mübadele anlaşması" imzalanır; dünyada ilk ve son kez yapılan bu uygulama ile 2 milyon insan yerinden yurdundan olur… Bu anlaşma uyarınca İstanbul'daki Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya'daki Müslümanlar hariç Yunanistan'da yerleşik Müslümanlar Türkiye'ye, Türkiye'de yerleşik Ortodoks Rumlar da Yunanistan'a gönderilir.
   Böylece Balkan Savaşı yıllarında Alaçatı'ya Kosova'dan ve Bosna'dan gelen Arnavut ve Boşnak göçmenlere Selanik (Karaferya'lılar), Kavala (Kınalı ve Karacaova'lılar), Girit ve İstanköy'den gelen mübadiller de eklenir ve Alaçatı nüfusu 10 yıl gibi kısa bir sürede tamamen değişmiş olur.


Yaşam
   Alaçatı Rum’lar zamanında bağcılık ve şarapçılık ile tarihinin parlak bir dönemini yaşadı. Mübadele sonrası ise Alaçatı’nın zorlu yılları başladı. Balkanlardan gelen Müslüman Türkler bağcılık ve zeytincilik bilmezlerdi. Böylece Alaçatı’daki bağlar sökülüp yerine Selanik göçmenleri tütün diktiler; Kosova ve Bosna göçmenleri ise bildikleri iş olan hayvancılığa başladı. Ancak iklim ne tütün, ne de hayvancılık için uygun değildi. Binbir eziyetle yetiştirilen tütünden Alaçatı’ya gelen para ancak karın doyurmaya yetiyordu.
   1990'larda ilk rüzgar sörfü tutkunları geldi limana, 2000'li yıllarda da taş ev meraklıları 2001'de ilk küçük otel açıldı, yalnızca 3-4 yıl içinde Alaçatı Türkiye’nin en gözde tatil yörelerinden biri haline geldi.
   Alaçatı kendini diğer beldelerden nasıl farklı kıldı?
   Bozulmadan korunmuş, neredeyse en genci 100 yaşında olan taş evler birer birer onarıldı; küçük oteller ve restoranlar açıldı. Alaçatı’da Türkiye’nin en güzel küçük otellerinde konaklayabilir, restoranlarında en güzel yemeklerini yiyebilirsiniz. Alaçatı “kentsel sit” ilan edildi, beldemizde binalar aynen korunmak zorunda ve geleneksel mimariye uygun olmayan, çok katlı yeni bina yapılması artık mümkün değil.
   Alaçatı artık dünyanın en önemli rüzgar sörfü merkezlerinden biridir, birçok uluslar arası yarışma beldemizde yapılır. Alaçatı sahilleri Akdeniz’in en temiz denizlerine, en güzel plajlarına sahiptir. Alaçatı’da sabahlara kadar yüksek sesli müzik yayını yapılmasına, bar veya diskotek açılmasına belediyemiz izin vermiyor. Alaçatı’daki kahvelerde plastik sandalye göremezsiniz. Alaçatı’da sokaklar hala parke taşıyla kaplıdır.
Devamını oku

13 Temmuz 2012 Cuma

EDİRNE - KIYIKÖY

   İstanbul’a yaklaşık 140 km mesafede (Mahmutbey gişelerinden itibaren), Karadeniz kıyısında şirin bir kasaba Kıyıköy. Yaz aylarındaysa, dolu dolu bir haftasonu yaşamak için Kıyıköy ideal bir tercih olacaktır. Burada hem denize girmek, hem nehirde sandal kiralayıp gezinti yapmak, hatta balık tutmak şansına sahip olacaksınız. Konaklamak için bol miktarda pansiyon mevcut. Cumartesi – Pazar gününüzü hiç sıkılmadan rahatlıkla geçirebilirsiniz burada. Pansiyonlara oda başı para ödeniyor. Genellikle bir oda 45-50 TL.

   Kıyıköy’e otomobille gitmek için TEM yolunu kullanın. Edirne istikametini izleyerek Çerkezköy çıkışından sapın ama merkeze gitmeden Saray istikametine devam edin. Oradan Kıyıköy’e 20-25 km mesafe kalıyor zaten.



   Kıyıköy’e gittiğinizde köyün ilk yerleşimcileri olan Rumlar tarafından, kayalara oyularak yapılan ama artık harabeye dönmüş Aya Nikola Manastırı’nı ziyaret etmeyi unutmayın.

   Oradan dönüşte Papuç Derei kenarında sandal ya da kano kiralayıp gezinti yapabilirsiniz. Derede şansınız varsa balık yakalama imkanınız bile olabiliyor. Dere kenarları oiknik yapmak için de uygun bir ortam sağlıyor.


   Denize girmek için Liman’daki plajı ya da Selves Koyu’nu tercih edin. Selves Koyu daha sakin bir yer, tabi tabela olmayan yoldan oraya ulaşabilirseniz.


   Kıyıköy’de çok lezzetli balıklar var. Liman’ın üst tarafına düşen Köşk Lokantası’ndan iyi balık, güzel manzarayla ve güleryüzle birlikte sunuluyor.
Devamını oku

12 Temmuz 2012 Perşembe

AMASRA


Ayandon fırtınasında kocakarı soğuklarına, kestane karasından pastırma yazına kadar iklim ve coğrafyanın el ele yaşadığı harika bir liman kentidir Amasra. Denize doğru bir kulaç gibi atılmış yarımada ve adaları ile hep doğadan gelecek olan ve ona verilecek olan nimetlerin kalesidir. İki adalı, iki koylu, beş tepeli Amasra yarımadası, Karadeniz’in sanki ‘seni ben yetiştirdim’ diyerek onu karadan koparıp almak istediği üzüm salkımı gibidir. O yarımada ve adalar mı denize doğru uzanır, yoksa o ismi Karadeniz mi karaya sığınmak ister ve g,rer toprağın bağrına anlayamazsın. İşte bu tutkulu sarmaş dolaş oluşun, deniz ile karanın çocuğudur Amasra…
Devamını oku

CUMALIKIZIK


  Osmanlı sivil mimarisinin en görkemli köy yerleşimini günümüze ulaştıran Cumalıkızık, son yıllarda ülkemiz yanında tüm dünyada da tanınmaya başlamıştır. O kültür varlıkları yanında doğal varlıklarca da zengindir.


Tarihçe: Osmanlıların Bursa'da ilk yerleştikleri bölgelerden olan Cumalıkızık, 180'i halen kullanılan, bazılarında ise koruma ve restorasyon çalışmalarının yapıldığı toplam 270 ev ile Osmanlı dönemi konut dokusunu günümüze taşımaktadır.
   Cumalıkızık yerleşiminin güneydoğusunda Uludağ eteklerindeki Ihlamurcu mevkiinde Bizans devrine ait bir kilise kalıntısı 1969 yılında tespit edilmiştir, Kilise kalıntısının yüzeyde rastlanan bazı mimari parçaları Bursa Arkeoloji Müzesi'nde saklanmaktadır. Bursa yakınlarında kurulan Osmanlı Beyliği kuruluşundan kısa zaman sonra bölgeye hakim olmayı başarmış, 1326 yılında Bursa'yı, 1331 yılında İznik'i fethederek yörede varlığını kesin olarak kabul ettirmiştir. Böylece Osmanlı halkının bu topraklara yerleşerek kentler ve köyler oluşturması sağlanmıştır. Cumalıkızık vakıf köyü olarak kurulmuştur ve bu özelliğini yerleşim dokusu konut mimarisi, yaşam biçimine yansıtmıştır.Uludağ'ın kuzeyindeki dik etekler ile vadilerin arasında sıkışıp kalan yöre köylerine bu konumlarından dolayı ''kızık'' adı verilmiştir. Köylerin birbirlerinden ayrılması için de dereye yakın olanına Derekızık, Fidye verene Fidyekızık ve Kızık köylerinden topluca gidilerek cuma namazı kılınan köye de Cumalıkızık adları verilmiştir


İklim:Kışlar genel olarak çok yağışlı,yazlar ise kuraklığa sebep olmayacak derecede yağışlı geçer.



Ulaşım:Bursa'nın doğusunda, Ankara karayolunun 10. kilometresinden güneye

Uludağ yamaçlarına giden yol 3 km sonra, Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örneklerini günümüze kadar, koruyan Cumalıkızık yerleşimine ulaşır. Cumalıkızık'a, Bursa Santral garajdan minibüs ve belediye otobüsleri aracılığıyla yaklaşık yarım saatte ulaşılabilmektedir.
Devamını oku

11 Temmuz 2012 Çarşamba

UZUNGÖL

   Uzungöl bir köy, yayla ve eğlence yeridir. Turistik pansiyonları, alabalık lokantaları, küçük resort tipi otelleri ve doğal manzarası ile, az bulunur güzellikte gezi ve konaklama yeridir. Uzungöl doğal manzara izleme, yürüme, tırmanma ve botanik (bitki örtüsü incelemeleri) turizmine uygun bir yerdir. Uzungöl' de, bir vadi içinden akan temiz, berrak sulu bir dere, dar ve uzun küçük bir göle dökülür ve oradan taşarak akar ve Of kasabasından denize ulaşmak üzere Solaklı deresine (çayına) katılır. Bu temiz ve berrak sulu dere ve oluşturduğu göl karaçam ve diğer Karadeniz dağ ağaçlarından oluşan ormanla çevrilidir. Uzungöl' ün bulunduğu bölge dama bulutludur. Gökyüzünün mavisi, güneş, bembeyaz bulut, yemyeşil orman ve berrak sudan oluşan manzara insanın iştahını açar. O nedenle Uzungöl'de yenen alabalık daha lezzetlidir.


   Uzungöl doğal parkını ziyaret etmek istiyorsanız, Trabzon ilinin Of ilçesinden, 38 km güneyde ve yukarıda olduğunu belirtelim. Of'a geldikten sonra, Solaklı deresinin batı kenarından geçen, Çaykara, Dernekpazarı, Uzungöl yazılı trafik tabelasıyla işaretmiş yolu takip ederek Uzungöl'e gidebilirsiniz. Uzungöl Çaykara kasabasından hemen yukarıda ve deniz seviyesinden yaklaşık 1000 metre yüksekliktedir. Uzungöl'e giden yol daima solaklı deresinin vadisini takip eder ve yolun etrafında tipik Karadeniz iklimine göre bitki örtüsü ve buraya insanlar nasıl ev yapmışlar, nasıl oturuyorlar dedirten en az bir kaç yüz metre yukarıda yamaçlarda küçük köyler (her cami bir köy kabul edersek yamaçlarda çok sayıda köy) ve yol seviyesinden evlere mal taşımak için kullanılan küçük teleferik benzeri çelik halatlı hatlar görebilirsiniz.


   Uzungöl'e günübirlik gidip, akşama Of yada Trabzon'a geri dönebileceğiniz gibi, oradaki otel ve pansiyonlarda da konaklayabilirsiniz. Uzungöl'den yukarıya, Soğanlı Dağı'na veya Sultan Murat Yaylası'na devam edebilirsiniz. Anayol olmamakla birlikte, Çaykara'dan yukarıya doğru giden yol, Bayburt'a bağlanır. Maceracı iseniz, Uzungöl' den Bayburt istikametine devam edebilirsiniz.


   Trabzon'a 99 km ve Çaykara ilçesine 19 km uzaklıkta, deniz seviyesinden 1090 m yükseklikte bulunan Uzungöl, dik yamaçları ve muhteşem orman örtüsü ile Alplerin güzelliğini geride bırakmaktadır. Vadinin ortasında bulunan  ve yamaçlardan düşen kayaların Haldizen deresinin önünü kapatmasıyla oluşmuş göl, "Uzungöl" olarak bilinir ve çevreye aynı ad verilmiştir. Özellikle yakınındaki "Şerah" köyünün yöreye uygun tarzda yapılmış eski ahşap evler, doğanın güzelliğini tamamlar özelliktedir.


    Yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çeken Uzungöl, sahip olduğu turistik potansiyeli bakımından çok zengindir. Çevrede trekking, kuş gözlem, botanik amaçlı turların yanı sıra daha yükseklerdeki dağların arasındaki göllere veya yakınlardaki Şekersu, Demirkapı, Yaylaönü gibi diğer yaylalara geziler düzenleme olanağı vardır.Yaban hayatı bakımından Uzungöl çevresindeki dağlarda ayı, kurt, yaban keçisi, tilki, kafkas dağ horozu gibi çeşitli hayvan türleri barınmaktadır.


    Haldizan deresi vadisinde, heyelan sonucu dere yatağının tabii baraj şeklinde kapanması sonucu oluşan göl, çevresindeki ladin ormanları ile çekici bir peyzaj sergiler, Göl kıyısında yer alan Uzungöl yerleşmesi belediye teşkilatına sahip olup, alt yapı çalışmaları devam etmektedir.



Devamını oku

AYDER YAYLASI

Ayder, Çamlıhemşin ilçesinin 19 km. güneydoğusunda 1350 m. yükseklikte çam ormanları ile kaplı daha ziyade yayla niteliğinde bir yerdir. Fırtına deresi boyunca eşsiz doğa güzelliklerini izleyerek varacağınız Çamlıhemşin ilçesi hudutları dahilinde yer alan Ayder gürgen dibiyle Aşağı ve Yukarı Ambarlık(Gelin Tülü) şelalesi, yayla evleri, çiçekli düzleri, türlü çiçeklerdin elde edilen balı ve şifalı kaplıcasıyla sırtını Kaçkarlar'a dayamış, çam örtülü yamaçlarla kaplı cennet görünümündedir. Bakanlar Kurulu Kararı ile 1987 yılında "Turizm Merkezi" ilan edilen Ayder’de İl Özel İdaresi ve özel kuruluşlar tarafından otel, kaplıca tesisleri yapılmaktadır. Yaz aylarında yerli ve yabancı turistler 55 derece sıcaklıktaki yeraltından gelen, şifalı kaplıca suyundan yararlanmaktadır. Kaplıca romatizmal hastalıklar, iç hastalıkları, kadın hastalıkları ve cilt hastalıklarına iyi gelmektedir.


   1871 tarihli Trabzon Vilayeti salnamesinin 174. Sayfasında, “Hemşin nahiyesinde Hala deresi civarında Ayder nam mahalde gayet sıcak bir kaplıca olup yel illetine devası meşhur olup lezzeti hiçbir maden suyuna benzemez” ibaresi geçmektedir.


   Bölge insanı tarafından senelerdir bilinen bu doğa harikası belde, gelen hizmetlerle daha çok insanın yararlanabileceği tesisleri de beraberinde getirmeye başlamıştır. Ayrı ayrı 50 kişinin girebileceği havuzlar, dinlenme salonları, yataklı, özel kabinler, duş kabinleri, basınçlı su bölümü, fizik tedavi bölümü ve doktoru bulunan modern tesis Ayder’de insanların hizmetindedir.


    Ayder’de 700 kişiyi barındıracak şekilde yatak kapasitesi mevcut olup, yayla evleri tipinde konaklama tesisleri ve alt yapı tesislerinin çalışmaları plan dahilinde olup, bu sorunun çözümü için gerekli girişimler yapılmaktadır. Turizm Bakanlığı'nca Teşvikli Turizm Bölgesi durumundaki Ayder’in günümüze kadar uygulanan imar ve inşaat yönü turistik bir bölgenin sahip olacağı görünümde değildir. Ayder’de yöresel mimari özellik yansıtmayan beton yığınlarının ortadan kaldırılarak sahip olunan güzelliğe layık bir şekle getirilmelidir.
   Ayder’de var olan turizm potansiyeli yolun asfaltlanarak hizmete girmesiyle kat kat artmıştır. Bu artış Ayder’de tüketimi de beraberinde getirmektedir. Dünyanın en güzel suyuna sahip olan Ayder’de pet şişelerde su satıldığı ve bu şekilde de doğanın kirletildiği düşünülürse Ayder’de yapılacak yatırımların çeşitliliği ve aciliyeti konusunda yatırımcılara yeterli mesaj verilmiş olur.


   Ayder’deki sifalı suyun grubu; madeni az ılıca ve içmeler  grubuna girer. Şifalı suyun bileşimi sodyum sülfatlı, holgimetalik ve radyoaktivitelidir.
Devamını oku